ÖZGÜL AĞIRLIK

Özgül ağırlık, hem fiziksel anlamda hem de metaforik olarak politik ve toplumsal konularda kullanıldığında derin bir anlam taşır. Bir maddenin özgül ağırlığı, yoğunluğu ile belirlenir; siyaset sahnesinde ise bir partinin, liderin ya da ideolojinin özgül ağırlığı, toplumsal karşılığı, ilkeleri ve sahip olduğu değerlerle ölçülür.

Son yıllarda Türkiye’de ve dünya genelinde gözlemlediğimiz siyasi atmosferde, özgül ağırlığını kaybeden birçok parti ve lider görmek mümkün. Bu kayıp, genellikle popülizmin yükselişiyle, içi boş söylemlerin ve yüzeysel politikaların yaygınlaşmasıyla ilişkilidir. Partilerin ya da siyasetçilerin özgül ağırlıklarını yitirdikleri noktada, toplumda gerçek bir karşılık bulmaları zorlaşır. Siyasi hareketler, özgül ağırlıklarını koruyabilmek için sadece halkın taleplerine değil, aynı zamanda toplumsal adaleti, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını gözeten sağlam bir duruşa sahip olmalıdırlar.

Özgül ağırlığın siyasi anlamda kaybı, popülist söylemlerle geçici çözümler üretmeye çalışan yönetimlerin en büyük zaaflarından biridir. Bu tür yönetimler, toplumun daha derin ve uzun vadeli ihtiyaçlarını göz ardı ederken, günü kurtaran politikalarla oy kazanmaya çalışır. Ancak, özgül ağırlığı olmayan politikalar bir süre sonra çürür, toplumsal yapıda derin yaralar açar ve kutuplaşmayı körükler. Türkiye’de ve dünyada birçok örneğini gördüğümüz bu durum, siyaset sahnesinde gerçekten bir varlık göstermek isteyen partiler için bir uyarı niteliğindedir.

Bir partinin veya liderin özgül ağırlığı, ideolojik kökenlerinin sağlamlığından, halka sunduğu programların gerçekçiliğinden ve uzun vadeli sürdürülebilirliğinden gelir. Sosyal demokrat bir anlayışla hareket eden bir parti, çalışanların, kadınların, gençlerin ve tüm dezavantajlı grupların yanında durmayı sürdürebilirse, özgül ağırlığını koruyabilir. Bu da sadece seçim kazanmaya değil, topluma gerçek anlamda hizmet etmeye yönelik politikaların geliştirilmesiyle mümkündür. Örneğin, adil bir vergi sistemi, evrensel sağlık hizmetleri ve çalışan haklarını savunan partiler, toplumun nezdinde ağırlık kazanabilir.

Sonuç olarak, siyasette özgül ağırlığı olmayan hareketler, günü kurtarmaya çalışırken uzun vadede çöker. Özgül ağırlık ise ancak ilkelerden, toplumsal sorumluluktan ve sağlam bir ideolojik temelden gelir. Türkiye'nin ve dünyanın bu kadar hızlı değiştiği bir dönemde, özgül ağırlığını koruyan siyasetçiler ve partiler, yalnızca söylemde değil, eylemde de halkın çıkarlarını gözetmek zorundadır. Aksi takdirde, boş vaatlerle dolu popülist dalganın içinde kaybolup gitmeleri kaçınılmaz bir sonuç olur ve halkı sahipsiz bırakırlar....

Sağlıcakla kalın... 

Birol Keskin

YAZAR , CELAL TARHAN 

**
Ayrıca Haniyye'nin Başbakanlığı 2006-7 arasında 1  yıldı. 2017'de HAMAS Siyasi Büro Başkanı seçilmiştir.
Haniye’nin Katar’daki cenazesine, hiçbir demokratik ülke yöneticisi katılmadı.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bile cenazeye gitmedi!

Mısır, Tunus, Cezayir, Fas, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, S. Arabistan gibi önde gelen Arap ülkelerinden de hiçbir devlet yöneticisi katılmadı. Cenazede en üst düzeyde temsil Türkiye'den oldu! Niye Erdoğan ?? 
***
Öte yandan : Öfke denetimini ve asgari nezaketi, demokratik hoşgörüyü RTE ne zaman öğrenecek?? Kim öğretecek? "cibilliyeti bozuk" sözleri, kendisi gibi düşünmeyen on milyonlara söylendi. Açıkça hakaret. Ulusun CB ulusuna hakaret edemez, aşağılayamaz. Biz ümmet değiliz. Ben "yurttaş" olarak bu hakareti reddediyorum. Bu sözleri kendisine iade etmeyi terbiyeme sığdıramıyorum, tenezzül de etmiyorum ama bilinir ki kem söz sahibinindir. Tarih kaydediyor.
***
RTE, Arap seviciliğinden öte bir ideolojik çizgide!
Bu gerçekleri halk öğrenmeli, mürit AKP'liler de.
***
Geçelim bu gündem oyunlarını da enflasyonu, bilinçli yoksullaştırmayı konuşalım? Nerede reçeteniz?
***
Eyyy ana muhalefet, "6 Ok'u boyamayı bırak, gereğince muhalefet yap. Ülkeyi yeniden Kuvayı milliye bilinciyle örgütle ve hızla seçime taşı, artık bir ulusal güvenlik tehdidi olan bu iktidardan kurtulma zamanı geldi, geçiyor.. 
05 Ağustos 2024 günü tarihe not düşelim. 


Prof. Dr. Ahmet SALTIK

BİR DÜNYA REKORU 

Biliyorsunuz İsveç' li sporcu Duplantis Paris Olimpiyat' larında , Sırıkla atlamada 6,25 metreyi geçerek inanılmaz bir rekora imza attı. Bu yüksekliğin geçilmesi, insan performansı açısından olağanüstü bir başarıdır bana göre. Bu tür rekorlar, insan sınırlarını zorlamanın ve teknoloji, antrenman metodolojileri ve spor bilimindeki ilerlemelerin bir göstergesidir. İşte bu başarının insanlık adına ne anlama gelebileceği konusunda ister istemez bazı çağrışımlarda bulundurdu beni, sizlerle de paylaşmak istedim.

1. : Böyle bir  rekor, insanın fiziksel ve zihinsel sınırlarının sürekli olarak genişlediğini gösterir. İnsanların daha önce mümkün olmadığını düşündüğü şeyleri başarma kapasitesine sahip olduklarını gösterir.

2. **: Spor bilimindeki ilerlemeler, daha etkili antrenman yöntemleri, beslenme programları ve ekipman teknolojileri, bu tür rekorların kırılmasında büyük rol oynar. Bu, bilim ve teknolojinin insan performansını artırmadaki önemini vurgular.

3. **: Sporcuların bu tür başarıları, diğer insanlara da ilham verir. Azim, disiplin ve sıkı çalışmanın büyük başarılar getirebileceğini gösterir. Genç sporcular ve genel olarak toplum için motive edici bir örnek teşkil eder.

4. **: Olimpiyatlar gibi küresel etkinlikler, farklı ülkelerden gelen insanların barışçıl bir şekilde rekabet edebileceği ve birbirleriyle kaynaşabileceği platformlar sunar. Bu rekorlar, sporun birleştirici gücünü de simgeler.

Sonuç olarak, sırıkla atlamada 6,25 metre yüksekliğin geçilmesi, sadece bir spor rekoru olmanın ötesinde, insan potansiyelinin sürekli olarak geliştiğini ve sınırların yeniden tanımlandığını gösterir. Bu tür başarılar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük anlam taşır.

"Olanaksızı olanaklı kılmak olmalı amaç, hedefsiz bir yaşam yaşam olmaktan çıkar , sadece nefes almak olur adı..."

Sağlıcakla kalın...

Birol Keskin

İKİLEM: KÜLTÜREL YABANCILAŞMA VE TOPLUMSAL BÖLÜNMÜŞLÜK

Türkiye’nin geldiği durum,  dış güçlerin müdahalesi ya da sadece etnik kimlik çatışmalarıyla açıklanamayacak kadar derin ve karmaşık. Sorunun kökeninde, ülke içerisinde yaşayan, Cumhuriyet’in sunduğu tüm olanaklardan faydalanan bireylerin, kendi kimliklerine ve Cumhuriyet'in köklü değerlerine yabancılaşması yatıyor. Bu yabancılaşma, toplumu içten zayıflatan en büyük tehlikelerden biri durumuna geldi.

Bugün, bir yanda etnik kimlik üzerinden yürütülen ayrışma çabaları, diğer yanda Türk kimliğiyle bağdaşmayan, Arap kültürünün ve şeriat temelli yaşam tarzının yükselmesi, ulusal birliğimizi tehdit eden iki ana kutup oluşturuyor. Türk kimliğini ve Cumhuriyet’in laik değerlerini savunduğunu iddia eden bazı insanlar bile, bu kimlikten uzaklaşıp farklı kültürel normları içselleştiriyor. Bu da toplumda derin bir ikircikliğe ve çözülmeye neden oluyor. İnsanların zihinleri çarpıtılmış ideolojilerle şekillendirilirken, bireyler bir yandan modern Cumhuriyet değerlerini benimsediğini söylerken, öte yandan bu değerleri ortadan kaldıracak bir yaşam biçimini tercih ediyor.

Eğitim sistemindeki köklü değişiklikler, laik ve bilimsel eğitimin yerini dini eğitimle doldurma çabaları, bu toplumsal bölünmeyi daha da derinleştiriyor. Genç nesiller, tarihi çarpıtılmış bir biçimde öğreniyor, özgür düşünce yerine itaatin ve sorgusuz bağlılığın yüceltildiği bir sistemin içine doğuyor. İktidarın yıllardır bilinçli bir şekilde sürdürdüğü bu strateji, halkın büyük bir kesimini manipüle ederek, onları birbirine düşman hale getiriyor. Bu düşmanlık, sadece siyasi ya da etnik değil; aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir cepheleşmeye de neden oluyor. Düşünce farklılıkları artık bir zenginlik olarak değil, bir tehdit unsuru olarak algılanıyor.

Tarih boyunca büyük güçler, böl ve yönet stratejisini kullanarak ülkeleri zayıflatmış, kendi çıkarlarına hizmet eden parçalanmış yapılar oluşturmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) de bu stratejinin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Güçlü, bağımsız ve birliğini koruyan bir Türkiye, dış güçlerin çıkarlarına aykırı. Bunun yerine, bölgesel zayıflıklarla meşgul, içten parçalanmış bir Türkiye, küresel aktörler için daha cazip bir senaryo. Ne yazık ki bugün, ülkemizde bu senaryonun adım adım hayata geçirildiğini görüyoruz. Etnik ve dini kimlikler üzerinden kışkırtılan ayrışmalar, toplumun kendine ve birbirine güvenini kaybetmesine neden oluyor.

Asıl düşman ise ne dış güçler ne de belirli bir etnik grup; esas düşman, bu topraklarda barış içinde bir arada yaşamayı öğrenemeyen ya da öğrenmek istemeyen zihniyetlerdir. İnsanlar, kendi kimlikleri ve değerleriyle barışık olmak yerine, birbirine üstünlük kurma ve karşı tarafı yok etme güdüsüyle hareket ediyor. Bu durum, toplumsal barışın ve ulusal birliğin önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor.


ÇÖZÜM: CUMHURİYET DEĞERLERİNE DÖNÜŞ VE TOPLUMSAL UYANIŞ

Bu tehlikeli bölünmüşlüğe karşı durmanın yolu, Cumhuriyet’in temel değerlerine sahip çıkmaktan geçiyor. Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değil; aynı zamanda halkın bir arada, özgür ve eşit bir şekilde yaşayabilmesinin teminatıdır. Ancak bu değerler, her geçen gün daha fazla saldırı altındayken, toplumsal bir uyanış ve bilinçlenme kaçınılmaz hale geliyor.

Eğitimden başlayarak, laik ve bilimsel temellere dayalı bir sistemin yeniden inşası elzemdir. Tarihsel gerçekleri saptırmayan, özgür düşünceyi teşvik eden bir eğitim sistemi, genç nesillerin kültürel kimliklerine sahip çıkmalarını sağlayacak en güçlü araçtır. Eğitimin dinselleştirilmesi, toplumun geleceğini karartmakta ve bireylerin sorgulama yetilerini köreltmektedir. Bu da iktidarların elinde, daha kolay yönetilebilen bir toplum yaratmanın yolunu açıyor.

Bir diğer önemli nokta ise, toplumun tüm kesimlerinin ortak değerlerde buluşabileceği bir toplumsal sözleşmenin yeniden inşa edilmesidir. Etnik kimliklerin ve farklı kültürel yaşam tarzlarının zenginlik olarak kabul edildiği, ama bu çeşitliliğin Cumhuriyet değerlerine zarar vermeden yaşatılabildiği bir toplumsal anlayış geliştirilmelidir. İnsanlar birbirlerine düşman değil, ortak bir gelecek için birlikte mücadele eden bireyler olarak bakmayı öğrenmelidir.

Toplumsal barışın yeniden sağlanması ve ulusal birliğin güçlendirilmesi için, hem bireysel hem de kolektif bir sorumluluk almak zorundayız. Her bir birey, Cumhuriyet’in sunduğu özgürlüklerin kıymetini bilmeli ve bu değerleri korumak için çaba göstermelidir. Aksi takdirde, sadece dış güçlerin değil, kendi içimizdeki düşmanlıkların kurbanı olmaya devam edeceğiz.

Sonuç olarak, Türkiye'nin içinden geçtiği bu süreç, bir ikilem ve kimlik mücadelesidir. Bu ikilemin çözümü, Cumhuriyet'in değerlerine sadık kalmak ve toplumsal barışa katkı sağlamaktır. Eğer bu değerleri unutursak, geleceğimiz de kaybolacak. Ancak, bu tehlikenin farkına varıp ortak bir ulusal bilinç oluşturabilirsek, kaybettiğimiz birliği ve gücü yeniden kazanabiliriz.

Herkese iyi pazarlar dilerim,
sağlıcakla kalın.

Birol Keskin
 

FİKİR ATÖLYESİ DERNEĞİNİN SEMİNERİ

GÜNÜMÜZDE AİLE VE YALNIZLIK


25-27 Ekim 2024 / Schacht3 – Gelsenkirchen


-    Aile içince güven ve dayanışma nasıl sağlanır?
-    Yalnızlık duygusunun getirebileceği sorunlar nasıl çözüle bilinir?


İçinde yaşadığımız toplum çok hızlı değişiyor. Yeni yaşam şartları ve teknoloji, yalnız bilinen sorunların daha çok derinleşmesine değil, aynı zamanda şimdiye kadar şahit olmadığımız zorlukları da beraberinde getiriyor. 
Seminerimizde çocuk ve genç insanların yaşamlarını mercek altına alarak, aile içinde birlikte nasıl mutlu yaşanabileceğimizi, kendi bilgi ve deneyimlerimizi de dikkate alarak, işleyeceğiz.
Bir örnek: Kendini aile ve çevresinde yalnız hisseden bir çocuk veya genç, uyuşturucu bağımlısı olabilir, aşırı sağ ve dinci kurumların tesirinde kalıp, faşist düşünceleri doğru bulur veya bir cemaat/tarikata üye olabilir. 


Seminere kayıt: Birol Keskin 

WhatsApp üzerinden  01523 3977010

©Urheberrecht. Alle Rechte vorbehalten.

Wir benötigen Ihre Zustimmung zum Laden der Übersetzungen

Wir nutzen einen Drittanbieter-Service, um den Inhalt der Website zu übersetzen, der möglicherweise Daten über Ihre Aktivitäten sammelt. Bitte überprüfen Sie die Details in der Datenschutzerklärung und akzeptieren Sie den Dienst, um die Übersetzungen zu sehen.