Datenschutzerklärung

DE PROFUNDİS CLAMAVİ! 

Uçurumun dibinden haykırıyorum! (Latince özdeyiş)
Murat Demir

Yıllar önce Radikal gazetesinde okumuştum şu sözleri:

"Arjantin'de, Buenos Aires'te bir duvardaki grafitinin üzerinde şöyle yazıyordu: 'Kötümserliği daha iyi bir zamana bırakalım.' 

Buradaki şakayı [ironiyi ?] görüyorsunuzdur. Demek istiyor ki, o kadar ağır bir zaman ki bu, [mücadele için] kötümserliğe düşmemek gerekiyor."

(John Berger)

Dün medyanın "uyuşturucu müptelası" dediği, sosyal medyanın "satanist" yaftasını taktığı ama çizimlerinden gerçekten kriminoloji tarihine adını "zifiri karanlık" harflerle yazdırmakta olan Japon animelerinden (Psycho Pass'tan???) etkilenmiş olmasını daha muhtemel gördüğüm (belki de ikisi ve daha fazlası) bir genç (Semih Çelik), iki genç kızı doğradıktan (kendisi kasapmış bu arada) ve birinin başını kızın annesinin de olduğu seyircilere fırlattıktan sonra Kızıl Goncalar filmindeki Gül Ayşe gibi surlardan aşağı atladı.

İlk cinayetinden sonra ikinciyi nasıl işlemeye fırsat bulduğu hakikaten muamma. Elinde kasap bıçağıyla oraya kadar nasıl gitti, ikinci kurbanını nasıl razı etti surlara çıkmaya, annesini ne ara çağırdı?

Ki bu olay dünün tek "şoke edici" olayı değildi.

İki gün önce İstanbul-Beyoğlu'nda geceyarısı yolda yürüyen bir kadına cinsel saldırıda bulunan Semir T. ve Ömer K. önce serbest bırakıldı, ardından gelen tepkiler üzerine tutuklanarak cezaevine gönderildi. Elbette "o saatte sokakta dolaşırsan", "o kıyafeti giyersen", "o kadar içersen", "idam cezası şart", "şeriat olacaktı ki..." replikleriyle...

Demin Twitter'da bu haberle ilgili olarak

"Her şey politiktir" önermesini bir an için bypass edelim, yargı sistemimiz şöyle işliyor:

Ne Roma, ne Mecelle, ne "burjuva" hukuku var.

Politik (devlete ve iktidara karşı) "suçlar"da iktidar,
Adli/Adi (kişilere ve topluma karşı) suçlarda sosyal medya yönlendiriyor.

Korkunç!"

yazdım.

Ancak, şimdi başa dönüyorum, John Berger haklı. O kadar kötü bir çağdayız ki, daha kötüsünü yaşamamak için, çocuklarımızın, torunlarımızın yaşamaması için, ilenmek, beddua etmek, kötümser olmak, pesimist olmak, nihilist olmak gibi bir lüksümüz yok. Bunları daha iyi zamanlara bırakalım...😔

Görsel: Solda Psycho-Pass animesinin 6. bölümü olan 'Psikotik Prensin Dönüşü'nden Plastinasyon Cinayeti sahnesi. Sağda, Semih Çelik'in not defterinden çıkan çizim.
Ayşe Hür

TURKEVİ

Varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Aziz Sancar, Nobel kimya ödülü kazandı, hayatı ABD'de geçmişti ama, özünden hiç ayrılmamıştı, Nobel ödülünü almak üzere İsveç'e gitti, yakasına Atatürk rozeti takmıştı, kravatının motifleri Osmanlı tuğrasıydı, “Nobel ödülünü Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde kazandım, rol modelim Atatürk'tür, vefa borcumu ödemek üzere bu ödülümü Atatürk'e ve Cumhuriyet'i kuranlara armağan ediyorum” dedi, Nobel ödülünü Türkiye'ye getirdi, Anıtkabir'de sergilenmek üzere Genelkurmay'a teslim etti, Atatürk'ün huzurunda saygı duruşu yaptı, çiçek bıraktı, dua etti… Nobel ödülünü kazanmadan sekiz yıl önce, henüz sayın ahalimizin ABD'de Aziz Sancar diye bir gururumuz olduğundan haberi bile yokken, Türkiye'nin en prestijli ödülü, Vehbi Koç Ödülü'nü kazanmıştı, bu ödül vesilesiyle kendisine takdim edilen 100 bin doları ABD'de “Türkevi” açmak için kullandı, bu 100 bin doları, eşi ve kendisinin maddi birikimi olan 1 milyon dolara ilave etti, kendisinin de çalıştığı/yaşadığı Kuzey Karolina, Chapel Hill'de 260 metrekarelik villa satın aldı, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nı bekledi, tam 19 Mayıs 2008'de “Türkevi”ni açtı, taa 40 yıl önce ABD'ye geldiği dönemde yaşadığı barınma sıkıntısını asla unutmamıştı, Türkevi'ni bu amaçla kurmuştu, okumak için ABD'ye gelen Türk çocukları kendisinin yaşadığı sıkıntıları yaşamasın diye Türkevi'nin kapılarını açtı, Türkevi'ni hem ücretsiz yurt, hem kültür merkezi haline getirdi, ilgi duyan Amerikalılar için Türkçe kursu açtı, Türk mutfağı kursu açtı, Türkevi bünyesinde kütüphane, konferans salonu kurdu, Türkevi'ni ABD'de yaşayan Türklerin ortak adresi haline getirdi, kaynaşma, buluşma, güçbirliği noktası haline getirdi, Türk insanının ve Türkiye'nin gönüllü tanıtım merkezi haline getirdi… Aziz Sancar'ın eşi, Amerikalı, Gwen Sancar, biyokimya/biyofizik profesörü, 40 yıldır evliler, Gwen de bütün maddi birikimini, hatta ailesinden kalan mirası bile, Aziz Sancar'ın hayali olan Türkevi'ne harcıyor, Türkevi'nde kalan Türk öğrenciler “Ana Türk” diyor… Aziz Sancar, 2015 yılında Nobel kazandı, Nobel ödülüyle birlikte 325 bin dolar para ödülü verildi, Nobel'den kazandığı bu 325 bin doları da kendi cebine koymadı, tıpkı Vehbi Koç Ödülü'nde yaptığı gibi, tamamını Türkevi'ne aktardı, bilimden kazandığını bilime bağışladı, yine eşinin ve kendisinin birikimlerini ilave etti, aynı bölgede 1.5 milyon dolara sekiz bin metrekarelik arazi satın aldı, Türkevi'ni büyütmek üzere yerel yönetime başvurdu, çok daha geniş misafirhanesi olacak, master ve doktora öğrencilerine de ücretsiz yurt hizmeti verecek, ofisler olacak, bu ofisler yine ücretsiz olarak ABD'deki Türk derneklerinin kullanımına sunulacak, temelini attı, “bu ev Türklerin evi, öyle bir kültür merkezi olmasını istiyorum ki, ABD'de hiç kimse Türkiye'yi Atatürk'ü duymadım
diyemesin” dedi.

Peki, ömrünü Türkevi'ne adayan Aziz Sancar, New York'taki Türkevi'nin açılışında var mıydı?
Yoktu.

“ABD'deki en tanınmış Türk kim?” diye sorsak, Amerikalıların hepsi “Profesör Mehmet Öz” diye cevap verir.
New York'ta çalışıyor.
New York'ta yaşıyor.
Peki, New York'taki Türkevi'nin açılışında Mehmet Öz var mıydı?
Yoktu.

Gelmiş geçmiş en ünlü Amerikan markası Coca Cola'nın ceo'su ve yönetim kurulu başkanı olmayı başaran Muhtar Kent…
Var mıydı Türkevi'nin açılışında?
Yoktu.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'ne, Harvard Üniversitesi'ne damgalarını vuran, dünya çapındaki iktisat profesörlerimiz Daron Acemoğlu veya Dani Rodrik var mıydı? Yoktu.

Bu iki saygın Amerikan üniversitesine, kanser cerrahisinde çığır açarak damgasını vuran Profesör Mehmet Toner var mıydı? Yoktu.

Harvard Üniversitesi'nin genetik/metabolik hastalıklar bölümünü emanet ettikleri Profesör Gökhan Hotamışligil var mıydı? Yoktu.

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA'nın, evrende yaşam izlerini bulmak üzere kurduğu astrobiyoloji ekibine “lider” olarak seçilen, bu yönetici pozisyonuna seçilen tarihteki en genç insan olan… “Kadınlara eğitim ve fırsat eşitliği sağlayan Cumhuriyet'e borcumuz var” diyen Türk kadın profesör Betül Kaçar var mıydı? Yoktu.

NASA'yla ortak projeler yürüten, uzay teknolojisi şirketi Sierra Nevada Corporation'ın sahibi, Türk işkadını Eren Özmen var mıydı? Yoktu.

Silikon Vadisi'nin gurur duyduğumuz dehaları, Tantek Çelik, Eren Bali, Emrecan Doğan, Kerim Baran, Barış Gültekin, İsmail Sebe, Egemen Taş, Selçuk Atlı mesela, var mıydı? Yoktu.

Peki, kim vardı New York'taki Türkevi'nin açılışında kardeşim?
Ali Erbaş vardı.

Türkleri ABD'de temsil etse etse, en iyi kim temsil edermiş yani?
Ali Erbaş.

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vizyonuyla, “ulemaya soralım” arasındaki hayati tercihin kaçınılmaz neticesidir bu.
Binayı yükseltince itibarı da yükselteceğini zanneden zihniyetin, olmayacak duaya aminidir.

Yayınlanma Tarihi: 05:00, 22 Eylül 2021
SALİH MUMCU

NASRALLAH’IN ÖLÜMÜ


Lübnan’da Hizbullah lideri Nasrallah, İsrail tarafından planlı bir füze saldırısı ile öldürüldü. 
Ülkemizde Hizbullah denilince akla domuz bağıyla, satırlarla başta Kürtler olmak üzere muhalifleri, ayrıca Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan ve korumalarını katletmiş kontgerilla imalatı örgüt gelir. Oysa Lübnan Hizbullah’ının ülkemizdeki bu cinayet şebekesi ile isim benzerliği dışında bir alakası yok.

Lübnan Hizbullahı, Lübnan iç savaşını fırsat bilip ülkeyi işgal eden ABD ve Avrupalı güçlere karşı direniş içinde doğan bir örgüt. 1975 yılında başlayan, 1989 yılında Taif anlaşmasıyla sonlanan Lübnan iç savaşında Şii Emel milislerini, Dürzi’leri, Filistinli örgütleri, solcuları, Sünni Müslümanları, İsrail-ABD desteğindeki sağcı Hristiyan (Maruni) falanjistleri, Müslüman Batı Beyrut ile Hıristiyan Doğu Beyrut arasında oluşan "yeşil hat"tı vb. bilmeden Hizbullah’ın iç savaş ve işgale karşı mücadele içinde doğuşu anlaşılamaz. Lübnan’da 2014 verilerine göre nüfus dağılımı şöyle:  Yüzde 27 Şii ve yüzde 27 Sünni olmak üzere toplam nüfusun yüzde 54’ü Müslüman,  yüzde 40,4’ü Hristiyan, yüzde 5,6’sı ise Dürzi.

İç savaşı bahane eden emperyalist güçler Lübnan’ı adım adım işgal etti. 1983 yılında, ABD Elçiliğine yapılan bir saldırı sonucu 17'si Amerikalı 63 kişi öldü. Aynı yıl içinde ABD kışlalarına yapılan saldırıda 241 Amerikalı asker öldü. Fransız Paraşüt Tugayı’nın karargâhına düzenlenen saldırıdaysa 58 Fransız askeri öldü. Hizbullah’ın işgalcilere karşı düzenlediği saldırıların da büyük etkisiyle İsrail dahil, bütün işgalci güçler tarih 1985’e geldiğinde Lübnan’dan çekildi. Hizbullah, işgalci güçlerin yenilmesinde oynadığı önemli rol ile büyük bir prestij sağladı. O zamanlara kadar Şii Emel (Umut) örgütü saflarında olan Lübnan’lı Şiiler, Hizbullah etrafında toplanmaya başladı. Ve Hizbullah, askeri(İsrail’e karşı direnişi ile) ve siyasi güçleri ile Lübnan’da meşru olarak tanınan bir örgüt olarak bugüne geldi.  

2006 yılında İsrail’in Lübnan’ı tekrar işgale yeltenmesi, Hizbullah’ın sert direnişi ile karşılaşarak yenildi ve İsrail ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.

Bu özetin ardından, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesi sonrası Türkiye’deki iktidar cenahından verilen tepkilere gelelim.

Erdoğan, yaptığı açıklamada Nasrallah’ın adını bile anmadan, sadece Lübnan halkının İsrail saldırılarında yaşadığı acılara dem vuran bir açıklama yaptı. Yenişafak, Akit ve dinci taife Nasrallah’ın öldürüldüğüne neredeyse sevinecek pozisyondalar. HAMAS lideri Haniye, İran ziyaretinde öldürüldüğünde Türkiye’de milli yas ilan edenler, Hizbullah lideri öldüğünde adını bile anmaktan imtina etti.

Bu durum basitçe iktidarın mezhepçiliğiyle açıklanamaz. Mezhepçilik bu durumda bir sonuçtur. Esas olan, emperyalistlerin Ortadoğu politikalarına angajmanı. Emperyalistlerin Suriye’yi parçalama politikalarında Hizbullah’ın, Suriye yönetimi yanında açıkça savaşa girmesi ve IŞİD dahil bütün cihatçı örgütlerin yenilgisinde sahada aktif rol alması Erdoğan rejimini oldukça kızdırdı. Suriye iç savaşı boyunca İsrail’in sürekli Suriye’yi bombalaması, cihatçı örgütlerin önünü açacak hamleleri, IŞİD’in İsrail’e karşı tek bir tane eylem yapmaması Ortadoğu’daki taşların yeniden nasıl dizildiğini anlatıyor. AKP’nin bu dizilimde nerede durduğu da ortada.

Hamas lideri Haniye için milli yas ilan eden Erdoğan Nasrallah'ın adını bile anmıyor.  Hamas ise Hizbullah'a taziyelerini iletiyor. Marksist FHKC de taziyelerini iletiyor. Rusya saldırıyı kınıyor. İsrail, "Sayısız İsrailli’nin ve aralarında yüzlerce Amerikalı ve onlarca Fransızın bulunduğu çok sayıda başka ülke vatandaşının öldürülmesinden sorumlu olan kişiyle hesaplaştık" açıklamasını yaparken,  ABD Başkanı Biden da  “Adalet yerini buldu” diyor. İsrail başkonsolosluğu önünde Türkiyeli Caferiler gösteri yapıyor,  "Şia-Sünni kardeştir, İsrail kalleştir" sloganları atılıyor. Caferilerin ardından sosyalistler konsolosluğun önünde İsrail’i protesto ediyor. Emperyalistlerin ve İsrail’in dümen suyundaki dinbazlarsa ortada yok. Dinbazların Suriyeli kardeşleri cihatçılarsa İdlip’te Nasrallah’ın ölümünü kutluyor.

Hizbullah, Ortadoğu’daki birçok etkin siyasi güç açısından, İsrail ve ABD saldırganlığına karşı meşru bir direniş gücü. Ülkemizdeki siyasi saflaşmanın gericilik-ilericilik kıstaslarıyla Ortadoğu anlaşılmaz. Türkiye’deki gericilik, siyasal İslamcı değil. Bu gericiliği, neo liberal vahşi kapitalist düzen ile uluslar arası emperyalist politikaları savunan dinbaz siyaseti olarak adlandırabiliriz. Siyasal İslamcılık, sosyalizmin ve kapitalizmin dışında 3’üncü bir yol olarak ortaya çıktığını iddia eden bir siyasi akımdır. 20. Yüzyılda sosyalizmden etkilenmiş, solun argümanlarını kullanmıştır. Özellikle sosyalizmin dünya çapında irtifa kaybetmesi ile dünyanın yoksul Müslüman halkları arasında güçlenmiştir. Dinbazlık(gericilik) ise doğrudan emperyalizmin politikalarının uzantısı siyasi oluşumlardır. 
Siyasal İslamcılığın kapitalizmi (emperyalizmi) aşması mümkün olmayan görüşleri nedeniyle sonuçta ona hizmet edeceği genel bir doğruysa da siyaset genel doğrularla yapılmıyor. Politikası dinle ilişkili her örgütse siyaseten “hepsi birbirini aynısı” genellemesiyle değerlendirilemez. Tartıştığımız Ortadoğu politikaları kapsamında Hizbullah emperyalizmin ve siyonizmin çıkarlarına hizmet etmiyor. Tersine onların politikalarını bozan bir duruşa sahip.


Kutay Meriç
Altta FHKC'nin taziye afişi.

©Urheberrecht. Alle Rechte vorbehalten.

Wir benötigen Ihre Zustimmung zum Laden der Übersetzungen

Wir nutzen einen Drittanbieter-Service, um den Inhalt der Website zu übersetzen, der möglicherweise Daten über Ihre Aktivitäten sammelt. Bitte überprüfen Sie die Details in der Datenschutzerklärung und akzeptieren Sie den Dienst, um die Übersetzungen zu sehen.